…Dair

Bir ressam der ya ‘… Sanat.., görünmeyeni görünür kılar’ diye… (harfi harfine aklıma gelmedi söz ama) Bilenen bir portre de, obje veya kompozisyonda da bu böyle. Her biri birbirinin yerine de  geçebilir anlık  duyguların birikiminde; içiçede … Yani hiç bir şey olduğu gibi değildir ve  artık öze inmek  çok zorlu bir süreçtir.. İki serüven vardır! Ya gerçeği kabulleneceksin, ya da gerçeği ideallestirip soyuta doğru özelleștireceksin
. Birinci secenekteki realistlik görüntüyu aynen aktarmak değildir. Realistlik bu kadar yüzeysel algilanmamalidir.( çok acmaya gerek yok, herkesin bildigi şeyler) İkinci seçenek ise realistligin  belki  idalizme ulaşmış hali soyuta yaklaşma serüveninde algıları koruyarak;  sadece göze seslenmeyen tüm duyu organlarıyla sınırlı kalmayan  hatta fizik ötesinde bir sezișle  insanı maddeciligin akıbeti ile şimdiki zamana has olan tuketicilikten kurtaran bilinen bütünselin dışında oluşan hepimizin kendi dünyası… Önce yabancı sonra…
Yani șu ana kadar işlenmiş realizmlerde önce sadece olaylar göze seslenirken gerçek sanırsın soyutlandikca sanki bir  yabancıya bakarsın… Ama zamanla kendine dokundukca zamana dokundukca vesaire vesaire… Anlarsın..

Elif Altıntaș

Gökyüzü düșerse

Fotoğraf: Elif Altintaș

Gökyüzünüz hiç göz hizanızın altına düştü mü? Belki kaç kere…hiç matematik hesabi yapmadan(çok şükür) yaşiyoruz ya bunları; duyguya indirgemiş hali bu olsa gerek …

Düşerken gökyüzün bakış hizana , bir lisanla kaplanmişsa her yönünle bir nizama…eğer ki bakamiyorsan sonsuz yörüngede derinlemesine sonu olmayan vs. diye düşündükçe alt üstü yansıma der gülüp geçersin…ayak üstü içeceksen kahveni yudumlamalarında tadını alamayacaksan…içip geçeceksin…

Şiirsellik değil ki bu ..duyarlılık belki de.. hangi müziği yaptın kendinle başbaşa ki…hangi  ressamsın peki bilinmeyen hangi renklerin var, sedasız, tutarsız sebepsiz! Bır nevi kendini görmeye çalışan bir başkasına da ‘ ah işte aynı ben’ dedirten şaşkin birer duygu inşaatçilari örüp bir duvarı ayni duyguyu yaşamak için aynısıyla yıkan… Yıkma olayı belki içe dönük. ..

Çokların hoşuna gitmeyecek bu söylediklerim… Gözde kulakta dengeyi arıyorken kendi ölçüsünde , zıt renkler arasinda kaybolan valörü arttiriyorum ben biraz sende …ve  dolu dolu ağzında karanlik renkleriyle güneş doğunca birazdan belirecek olan, kendi renklerine de ilk defa dokunduğunu sanan, şaşkın sen!!…

Yansımalar… temiz olanda aynısiyla nerdeyse…kirli olanda misliyle deport olamayacak kadar batan silikleşirken hislerimizde…peki kime yansiyacagiz kim yansıyacak hasta bünyelerimize… Astım hırkami kaldırdım kış bitti diye mantomu da  sadece kaldırdım… gelecek yeniden, yeniden dökülecek yeniden dirilecek…. ölümü bir tek sen beklemiyorsun ki… ama ölüp ölüp dirilen bir kainat hasta lisanimda bile aksediyorsa sende neleri bıraktı bir bilsen….

Șöyle ellerini çarpraz yap ve gevşe tüm kaslarinla, nefes alip ver… mis gibi an, mis gibi anına dokunsa da her şey zamanda kendi lisaninda sana yansıyor…bir yağmur tutulmasını bırak saçlarına…rüzgar el etek öpmez… ver rüzgara gitsin!!! Sende aksi sedasi kalmiştir, gerçek yaşanmis olsa da ver gitsin!!!!! Emin ol o da kaldirabildiği kadar alacak…Gerisi sende göz hizanda bir tek yansıması kalacak… ****Ruh mangalında … kahve…

Senin…

Kapattım gözlerimi; kapattıkça kendi ruhuma aralandım,  ne İstanbul var  ne de matemi… Ayaklarim ıslanmasa da derin bir serinlik var..Şimdi usul usul önümden yürüyen bu kaldırımlar benim…Özgürleştikce sessizleşen kalabalığımın arasında sesimi duyuyor olmak..sen de kapat gözlerini bak  bu ses senin
Bil ki!!!
Vicdanına döndükçe bu koca kainat ancak ömrün kadar senin…
Elif A.

İnsanı mekanlara bağlayan yine kendisi; kendi hatıraları… mekanları insanlar canlı tutuyor veya kaçılası hale getiriyor; mekan tarafsiz , nötr olsa da bir iz bir ton bırakıveriyor simalardaki anlamlarına… yine İstanbul’un arka sokaklarinda bakımsız baygın paket taşlarının üzerinde yürümek kış saatiyle akşama doğru …rüzgarlarini… hep üşüyecek olarak bıraktıktan sonra Harem’in paslı zincirlerinde varsın olmayı olsun, sahte özgürlük!
Yeni mekanlar….yeni hatıralar….bağlanmalar..hayata☺

Boyacı

Sahi hala bir gökyüzünüz var mı?Asılı durur bazen bi duvarda.Rengarenk kuşlar uçsun diye!Bakamazsıniz duvarın yüzüne. Hep birlikte boyayalim yarım kaldı diye..

Her rengin tadı ayrı. Sevemedim diyemem şu rengi. Gökyüzü derin ve anlamlı ışıl ışıl üflüyor yıldızlarını.Ama ben bakamıyorum içim bir sisli bir dumanlı.. Boyuyorken onu gözlerim kapalı; Gece yine kendine saklıyor gibi bak en güzel kalabalıklarını.. Bir fırça diğerine değerden, bu hoyrat gönlü temașa ederken tek renk oldu yine milyon kez gece gündüze gömlek.

Ebelemece oynuyorlar görsen, boya badana bende..

Hadi dene! Yine ellerin palet gözlerin fırça bak bana olabildiğince kalbim sana tuval.. As onu duvarlara… Birlikte boyayalim sen bana ben sana..

Je suis boyaci

Elif Altıntaș

Hapis

En özlenen renk mavi olur..
Gökyüzü ve mavi.. Ellerinle dokunamazsın ya..
Gönlüne hapis olmasın diye
Maviye de özgürlük dersin..
Saliverirsin Galataya..

Maviye de özgürlüğü dersin adına..

Hadi Salıver Galata’ya…Artık uçmali Hazerfenler!

Fikri kalabalıklarına..

Elif Altıntaș…

Aklım hep sende…

Ah çay aklım hep sende… Dost muhabbetinde bașkasin elbette. Bilesin seninle yalnızlık başka bir sıcak oluyor dönüp dönüp aynama bakıyorum hissi ile hücrelerim bir bir uyanıyor kendine sanki.. . Sola kaydirirken  gözlerimi dalar gibi  anılara anılara, zor olsa da bu sefer; takılmayacagim diye  önüme bakınca șöyle arkaya yaslanıp simit kokusunu da alınca farkediyorum açlığımı.. Benim için ince belliymis karton bardakmis hiç farketmiyor. Ama sana yine de camı yakıştırıyorum ya bilesin. Olsun sen her halinle güzelsin..Sıcak  sıcak her yudumda tekrar tekrar ne kadar içimi döksem de sana yine dolduruyorum aynısıyla… Biraz artsam ben biraz eksilsen sen… Birbirimize tükenmiyoruz.  Bu yüzden heryer de biraz ben ve sen …

Elif Altintaș

(o artistik fotoğrafı çekmeyi bir türlü  beceremedim burada uzun süredir simite  hasret çeken sabırsız bir çay vardı çünkü 😁)

Göçe doğru…

Onu bir ahtopot gibi sıkan geçmişine  ayak uydurup saracak mıydı aynısıyla geleceğini hayatının hafızasında tekrar tekrar…
Karşılardan bakacak yine öpülesi yalnızlığının üzerine bu lacivert gecede boğazın ışıkları…sevecek tekrar belki dalgaların arasında martılarla bu yosun kokusunu şimdilerde isteksizce bakarken ; birazdan özleyeceğini bilmeden sergisini açacak hülyalarinin serzenişlerinde… Yüzüne çarpan bu mavi ıslaklığı ve sevecekken tekrar insansız kalabaliğin devşirme seslerini, silecek kulaklarindan birazdan  çekerken halatlarını gemilerinin ,üstüne üstüne gelirken düşünceleri derken kapanacak mı yaraları bir şeyleri  eksiltirken…bu bir tercih mi yoksa başka seçenek yokken bir belirsizlik alacası mı… Ekmeğine sürerken  tereyağını ve balını  semaver dumanını içine çekerken hiçbirşey yokmuş gibi yapmak ne zormuş…Özleyeceğini bile bile…gidecek miydi dersiniz ? Ve iç sesini bastırarak fısıldamayı bırakarak önüne, arkasına baktı…Sabah oluyordu… Sesler bir bir dinginliğine ulaşmışken sabah ezanı kulaklarını doldururken…gidecekti…ufuklar inceden çağırıyordu onu. Belirsizlik yoktu yaşanmadan…Bıraktı yalnızlığını sulara aktı, yeni biçimler verecekti düşüncelerinden fikirlerine. Sevecekti kalabalığı; nasılsa karşılığı da  yoktu sorumluluklarının…Yürüyecekti sabahlarında üşüyecekti tekrardan; tekrarından kurtulacaktı yaşadıklarının…her üşümesi farklı, bir ağlaması bir gülmesi benzemeyecekti birbirine…yaşamak için gidecekti…
İçinizden bir seylerle arada eksilte eksilte  sizin de böyle gittiğiniz  oldu mu? Ama gitmek kalana zor belki sözde…sözüm ona gitmek te bir o kadar …giden kalandan önce yaşıyor paylaşamadan özlemini; kalan sonra yaşıyor acısını o kadar….
Sonrası sonrası mi? Bir bilinmeze gittiğini sanan sevdikleri de iç paslanması ile bir ses selam vermez olurlar verdiklerinde de gıcırtıları kesik kesik sesleri ile; biraz korkudan belki gururdan belkileri benimkinden de fazlaysa onlara sormak lazim…Neden?
Burasının lisaniyla pourquoi pourquoi???
C’est qui !!!
Vous etes qui!!!

Elif Altıntaș.

Güz

İki bahardan birisidir güz…İki bahaharın da renkleri gözlerimize cümbüş; birisi çoğalırken digeri azalırken renklenir…Hislerimize birisi neşe birisi biraz matem sibasını giydirir…Evet güz dökülmeyi sevdi, arınması gerekti; meyve vermek için. Daha ayrılmadan yavaşça yalnızlığı seçti , biraz asil biraz mağrurca, günleri beyaza teslim etmeyi beklerken…Peki sonra, hangisi kalacak ona ? Seçtiği yalnızlığı mı, peşine düşen ayrılığı mı?…Elif AltıntaşFotograf: Elif Altıntaş

Uyku

Ne gece kavuşur gündüze

Ne de… Bu düşünce sarmalında

Gündüz geceye…

Gözlerime ağrılı kirpikler sarılır;

Ey aklım ve kalbim! ! !

Sarıldıkça batan uyanışlar ağrılıdır.

Elıf Altıntaş

Görsel :Elif Altıntaş

Nokta

Bir nokta koymustunuz hayatımızın tam ortasina…ortada ancak durak olurdu…koydunuz ve unuttunuz…

Bilmiyordu kimse ne durduk nede yorulduk… bu zamam buna vabeste.

Görmüyorduk, tevekkül ehli nasıl bu kadar huzurlu ve neden sessizliğe sürgün…

Susmamıştık; sustuk huzura susadikça

Kader denk noktasına hep birlikte düştük…

Ve sonunda imtihan başladı….

Elıf Altıntaş